Boş klişe laflarla anlatamayacağım kadar sessiz içim. Yüzyıllar süren bir savaştan yenilgi ile yurduna dönen bir savaşçı gibi. Hatta savaşçı olduğundan bile şüpheli. Deliler gibi yorgun, her şeyi yıpranmış ve kayıplarla dolu. En kötüsü de ruhu ümidini kaybetmiş ve savruluyor bir boşlukta. Otur desen oturamaz, yürü desen bacakları tutmuyor. Süzüle süzüle bir yere varır belki. Eli ayağı kesik, tutunacak bir dalı kalmamış. İnandığı ve uğruna her şeyini feda ettiği şey, ona değilmiş. Dışı altın suyuna batırılmış bir tenekeymiş meğerse. Oysa tenekenin bile fayda sağladığı durumlar vardır. Fakat bu şey öylesine zehirden ibaretmiş ki, içten içe bitirirmiş. Bunların hepsi anlamsız. Madem yıllar boyu uğraş verilen bu şey boş çıkabiliyor o halde her şey anlamsız burada. Ne de olsa elimizle inşa edemiyoruz bir yaşamı.
Kimse anlamıyor hislerimizi. Bakışlarımızdan akan hüznü, acıyı hatta mutluluğu bile anlamıyorlar. Biz de anlamıyoruz. Tamamıyla sevinçli ya da acı dolu olduğumuzu sandığımız zamanlarda dahi sadece sevinçli ya da acılı değiliz aslında.Yalnızca bir şey olamayız hiçbir zaman. Her an birçok şeyiz. Mutlu olduğumuzda bir parça hüzün taşıyor kalbimiz. Eksiğiz. Tamamlandığımızı sanıyoruz fakat dolmayan boşluklar peşimizi hiç bırakmıyor. Her daim bizi ele geçiren, arka planda kalsa bile içimizde yer edinmiş duygular anlık hislerimizin içinde can bulmaya devam ediyor. Çünkü insan, bir zamanlar iliklerine kadar hissettiği duyguların hiçbirini tam anlamıyla unutamaz. Kendisi unuttuğunu sanır. Ruhu tattığı o hissi nerede olsa tanır. Yeniden duyar ve yeniden ona sahip olur. Belki de ait olur. Bir kez aldığı o tat, ölene kadar damağında pelesenk olur... Peki senin asla silinmeyen o hissin ne? Zaman gözetmeksizin hep seninle olan yoldaş duygun hangisi? Onu bulduğunda kendini de bulacaksın. Çoktan bu
Yorumlar
Yorum Gönder