Gözler aracılığı ile bize sunulan yeryüzü öyle ilginç bir yapıya sahip ki, bazen bir yapıya sahip olamayacak kadar beklenmedik ve şaşırtıcı hamleler gösteriyor biz canlılara. Öyle ki canlı olduğumuzu söylerken bile şüphe duyuyorum. Sürekli akışta kalmak uğruna kendimizi savrulurken bulduğumuz günler geçirirken, içimize dönüp bakmak aklımıza getirilmemek üzere programlanmış bir yapısız yapıdan bahsediyorum. İçsel değişim sadece içsel değil neredeyse tamamen bu yapının etkisi olarak baş gösteriyor. İnsanlık karşılaştığı tüm yeniliklere ayak uydurmaya çabalarken ruhunu buna hazırlamadan yaptığı atılımlar onu kurtarılamaz bir çukurun en dibine sürüklüyor. Dünyadaki değişim o kadar hızlı ve yetişilmesi imkansız ki artık, bir parçasına dahi ulaşabilen kişi bunu mucize sayıyor. Diğerleri ise tüm çevresel koşullarla birlikte ''diğer'' olmaya devam ediyor. Bir toplumun üyesi olabilmek uğruna uymamız gereken bir çok kural var. Kendi kimliğimizi değiştirmek de bunlara dahil. Uyumsuzlardan biri isen toplumun parçası olamazsın. Değişime uğramak bir zorunluluk haline gelir ve kendin olmaman gerekir. Üstelik değişimi kabul etsen bile, yeniliklere ayak uyduramazsan bu sistem seni hemen kapı dışarı eder. Bu hakkı ona sen vermişsindir. Tıpkı bir sözleşme imzalamış gibi, ona uymayanları reddetme hakkına sahip olan yapısız yapı onu var eden türün üyelerini yok eder. Böyle acımasız bir sistem içinde her saniyesi bambaşka yeniliklere gebe bu dünya durmaya müsaade etmeyen bir yer artık. Elbette değişim varlığımızın bir parçası fakat burada üzerinde durduğum sabahında fırtına kopan bir gökyüzünde akşam üzeri güneşin kendini gösterdiği masmavi temiz bir değişime uğraması değil. Odaklandığım kısım hiç akla gelmeyen saniyesel farklılıklar ve bunlara adaptasyon süreci verilmeyen zalim bir yapı. Bu yapının içinde var olmaya çalışan kendi varlığının önemini kavrayamayan yapısız yapının doğurduğu değişim mecburiyeti bulunan aynılar...
devam edecek
Yorumlar
Yorum Gönder